GELİN ABLA

  • 08 Kasım 2017
  • GELİN ABLA için yorumlar kapalı
  • 1.982 kez görüntülendi.
GELİN ABLA

GELİN ABLA

Bicici Cemal vefat etmişti.
Takım olarak üzülecek değildik, sevinecekte, biz karısı olan ve annelerimizin “Gelin Abla,” diye hitap ederek, sevip saydığını severdik.
Cemal Emmi; ortalıkta sürekli para sayan veznedarlar gibi alt dudağı sarkık dolaşırdı, sakalından, başındaki hiç çıkarmadığı takkeden, elinde çektiği doksan dokuzluk tespihten, şalvarından ve ayağındaki mesten dolayı namazında niyazında biri olduğu şüphe götürmezse de, itikadı Numan Dede ile kıyaslandığında, onun urubu olamazdı.
Esnaf olamayacak kadar suratsız bir adamdı da, müşterisi olan bizlere minneti yoktu, kesinlikle velinimet muamelesi yapmazdı.
Zannedersem muhitte tekel olmasının avantajının farkındaydı.
Bici tabağını “Hadi zıkkımlanın”, der gibi, hakaretvari hareketlerle önümüze koyar, nişastasından, pudra şekerinden, buzundan ve kırmızılık veren fi boyasından çalardı, eli kıt, gözü dardı.
Sokak arasında tabla üzerindeki tezgahını açardı, bici yanında leblebi, çekirdek, balon, horoz şekeri, bilye, fırıldak, kaytan ipi ve bunun gibi bize en lazım şeyleri de satardı.

Şans çekilişi yapardı.
Kimseye bir şey çıkmazdı.
Eminim, kartondaki tüm yaldızları kazısak dahi, çıksın diye uğraştığımız o gönlümüzde olan, Turuncu Kaplanlar Spor Kulübü’nün, gözümüzde kalan, turuncu beyaz futbol topunun sayısı da çıkmayacaktı.
Bu yüzden sevmezdik.
Tok bir tarafı da vardı ama kendine, günlük nevalesinin çıktığına kanaat getirdiğinde tezgahı evine taşır ve geceliğini giyer başında takkesi şekerleme yapardı.
Ardından sonsuz uykusuna da takkesi ile uğurlandığı da rivayet olundu.
İşte: lazım olduğunda sokak arasında bulamazdık, olsun evine giderdik, Cemal keyfinde olduğundan, Gelin Abla siparişlerimizi görürdü, fiyatları ve hesabı bilmezdi, kandıracak da değildik, aldığımızın ederi neyse verirdik, bir tek çay bardağı hesabı ile satılan çerezi, fazla verdiğinde, sesimizi çıkarmaz göz yumardık.
Bicici Cemal yoktu artık, ehli keyif sağ iken, dara düşürmemişti karısını ama geride ne para pul, sosyal güvencesi olmadığından ne de dul maaşı bırakmıştı, bir çocuk bile vermemişti pinti herif, kısırlığın kusuru kimdeydi bilinmez, lakin işte ortada kalmıştı nihayetinde “Gelin Abla.”
Annelerimizin “Gelin Abla,” diye hitabına bakarak, taze biri sanmayın, yaşı yetmiş civarı olmalıydı. “İnci Nene,” diye hitabı hak etmeyecek ölçüde latif ak pak bir kadındı.
Muhacirdi, kocası ve Numan Dede gibi, beş vakit abdestinde ve namazındaydı.
Annelerimiz samimi bir imrenti ile, hala seccadesinin, havlu ve yatak örtülerinin, kız çeyizi gibi, lavanta koktuğunu söylerlerdi..
Darlık, dar bir zaman sonra baş gösterdi.Yemek ve erzak taşıyanları seyrelmişti zira, komşular her gün kap kacak yemek veremezlerdi, bazen layığınca yemek yapılmaz, yapılsa da bir tabak yemek artmazdı.
Takımın aileleri nispeten yardımladılar, taşıma suyla değirmen dönmezdi.
Elektriği kesildi önce, ardına suyu.
Devlet “Tüyü bitmemiş yetim hakkı,” özdeyişinin, gizli öznesi olan yetim konumundaydı.Dar gelirli ezici çoğunluk çocukları gibi yoktu ortada, sosyal yönü zayıftı.
Belki açlığa ve yokluğa karşı bir başınıza savaşım verebilirdiniz, bu gücü olanların üstesinden geleceği bir uğraştı.
Oysa “Gelin Abla,” nihayetinde artık kocamış, kocasız, işsiz, dişsiz bir kadıncağızdı.
Fakir Fukara Fonu da oluşturulmamıştı, bu gün varsa da, bu fon arpalık olmuştu. Genelde siyasilerin güdümünde yakın muhtarların oluşturduğu listelere nimeti pay ediliyordu.
Devlet adı var, ajan gibi gizli kendisi yoksa ortada ve insanlarına yetemiyorsa, takımın bütçesi vardı, Eskici Fehmi’ye kesilen ceza tutarı tastamam 450 Lira, biz o kadar olduğunu sanıyorduk, Sarı’ya emanetti, nakit işlerinden o anlardı, meğer Sarı’ya sermaye olmuş babasından gizli, kağıt alım satım işinde kendince bir tür staj yapmış ve bu parayı 525 liraya çıkarmış.
Farkı haksız kazanç olabilirdi, faizle hayır yapılabilir miydi?, bunu dillendirmek Sarı’ya karşı ayıp olacaktı, kursağına doğduğundan, bu yana bu tür kazançtan lokma giriyordu.
Numan Dede’ye göre; faiz değil, riba haramdı, yani faizin insafsız olanı, ocak yıkanı, bu tür kazanç elde edenler karınlarına ateş doldururlardı.
Soru ve sorun bir kaç ayda 450 liranın, 575 lira olup olmamasındaydı.
Rayici bilemezdik, fark 125 lirada tutumlu Gelin Abla’yı nerden baksanız, bir yıl tenceresini kaynatırdı, haramı helali düşünecek halimiz yoktu.
Fiko, dikkatimizi Gelin Abla’ya çevirmişti.
Ölümün alıp götürdüklerine karşı artık hassastı.İlerde Tıp okumasının yegane sebebi buydu, insanlar hiç değilse hastalıktan bir kuytuda ölmesin ve ölümüne göz yumulmasındı.
Fiko, doktoru olduğu acil gözlem odasının, her tarafına hakim bir noktasına kendi cebinden bir camlı bölme yaptıracaktı.
Acil yardım ve ilk yardım uzmanı olarak servis sorumlu uzman doktoru olan kendine makam yeri ihdas etmek için de değil, hastaları gözlemlemek için.
Bir ziyaret anında İngiliz’e kendinden önce gözlem odasında böyle bir yerin olmadığını söyleyecekti, konuşurken gözlerini hastaların başında duran monitörlerde gezdirecek, kaçamak bakışlarla da değil, dikkatli bir şekilde kalp atışını, tansiyon gibi hayati verilere bakacaktı.
Sözlerine devam edecekti.
Girişte ilk müdahale odalarında pratisyen hekimlerin hastalara baktığını, ölüm riski olan acil vakalara kendinin müdahale etmesi için çağırdıklarını, oraya tayin olduğunda, bazı hastaların gözlem odasında sessiz ve çırpınarak vefat ettiğini fark ettiğini, kendisine tahsis edilen doktor odası kapısı çalınarak ancak girilen, hastalardan uzak kapalı bir mekan olduğunu bu yüzden kendini dışarı atarak bu bölmeciği yaptırdığını, yazgının önüne geçilemezse de vakti gelen elbet gidecek ise de, hasta yenik dahi çıksa, Azrail’le uğraşında, başında bir doktorun kendisi ile ittifak yaptığını hissederek ölmesi daha huzur verici olduğunu, hekim için de durumun öyle olduğunu, Hipokrat Yemini dolayısıyla değil, O ölümden çekip çıkardığı her hastasının yüzünde şehit abisinin teskere alıp döndüğü hayalini kurduğunu, kaybettiği her hastasının da muhtemelen şehit abisine hasret sarılı sıcak selamını götürdüğünü “Kardeşinden razıyım, sen de yattığın yerde razı kal” diyeceklerini umduğunu ifade edecekti.

“Tanrı seni yeniden kazanmış,” diyecekti İngiliz.
Fiko; cevap olarak “Hayır ben onu kazandım, akıl ve bilimin ve hadi isyanın, tanrıyı ortadan kaldırdığı söylenir, halbuki tersidir, bilim sadece doğmaları ve hurafeyi ortadan kaldırıyor, bilime vakıf oldukça hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını ve eşsiz bir düzenleyicinin var olduğunu keşfediyorsun, düzenin ahenginin insanlar eliyle bozulduğunu görüyorsun,” diyecekti.
“Bu nene bir gün açlıktan ölse, fareler onu da kemirse,” kapısını çalanı seyrekleşmişti zira, “Kokusu çıkana kadar kimsenin haberi olmasa, Numan Dede’nin köşeden girişini beklemek yerine kapısını çalsaydık, yarım yamalak uğurlamazdık, bu fırsatı değerlendirelim, yüreğimiz ferahlasın, bu kadına sahip çıkalım.” demişti.
Bu ak pak ihtiyar gerçekten Numan Dedemizi hatırlatıyordu bize, ne de olsa o da muhacirdi, coğrafya aynıydı, sarışın maviş bir kadındı.
Akşamları perdesinden gaz lambası ışığı tütüyordu, su ise camiden taşınıyordu, takım sırayla bir helke ve bir damacana su taşıyordu.
Takım müzakere etti, Güneşsiz halkının işletilen parasını “Gelin Abla”ya vermeli idik, şüphesiz herkesin emeği olduğundan veto hakkı da vardı,
Ali söz aldı ve son noktayı koydu.
“Numan Dede’yi rahmetle analım. O bize Kutlu Kişi’nin ‘komşusu açken, tok yatan bizden değildir’ dediğini nakletmişti.”
Güneşsiz Halkı’nın bize emanet parası açlarımızın hepsini doyurmaya yetmezdi elbet, İnci Nene içinse yeterliydi.
“En acil olana bakalım, gerisini sonra düşünürüz,” dedi.
Oylanmadan bütçemizdeki tutar fukara tahsisatı olarak ihtiyaç sahibine verildi, zekat yada sadaka niyetiyle ve sevabı yazılsın diye değil, insanlık onuru bunu bize böyle emrettiği için.
Aşağı Güneşsiz/Kalkışma (alıntı)

Yandex.Metrica