Eninde …. sonunda….

  • 24 Aralık 2017
  • Eninde …. sonunda…. için yorumlar kapalı
  • 1.783 kez görüntülendi.
Eninde …. sonunda….

Eninde …. sonunda….

Bana çok acaip gelen bir şey keşfettim dün.

İnsanlar, kötü bir olaya , ya genel olarak “kötülüğe”, daha “ ilk duydukları anda inanıyorlar” ve bunu kulaktan kulağa konuşarak yayıyorlar.

Ama “iyi bir habere” veya olaylara, insanları “inandırmanız için dil dökmeniz” ve “ikna etmeniz” gerekiyor. Mutlaka altında bir çapanoğlu arıyorlar. Anlatırken bile, “Güya böyle böyle olmuş ama….” diye o şüpheyi içine ekleyerek konuşuyorlar.

Neden?

Neden kötü insanların varlığına çabucak inanıyoruz da, iyi insanlara şüphe ile yaklaşıyoruz?

Bir de başka soru sorayım, hangisine inandığımızda rahat ediyoruz?

Yani, kötülüğün bu derece yaygın olmasına inandığımızda mutlu olmamız, huzur duymamız mümkün mü?
( Lütfen yazının bundan sonrasını, “Ama öyle!” demeden , yani önyargısız okumaya çalışın. ? )

Peki, bu hep böyle miydi?

Yakın tarihimizi bir düşünelim.
Şu kritik coğrafyada, bu güzelim ülkenin başına gelmeyen kalmadı.
Ama şimdilerde “Hiç bu kadar kötü olmamıştık” söylemi var ya; sinir kesiyorum duyunca.
Kusura bakmayın ama , “olduk.”
Daha beter günlerimiz de “oldu.”
Tek fark neydi biliyor musunuz? “Bakış açımız” !

O zamanlar iyiliğe inanıyor, kötülüğe şaşıyorduk.
Şimdilerde, kötülüğe inanıyor, iyiliğe şaşırıyoruz.

Bu kadar basit aslında.
Bu kadar basit ve çarpıcı.!
Ve çok da tehlikeli.

Neden biliyor musunuz?
Çünkü inandığınız şeyi kabullenirsiniz, kanıksarsınız.
Bu şekilde düşünerek, biz kötülüğü kabulleniyor, bir anlamda farkında olmadan “onaylıyoruz”.

“Birisi kötülük yaptıysa normaldir. Herkes kötü zaten. “ Bir tarafta bu algı var.
“Yok canım vardır bir çıkarı, bu kadar iyi olamaz kimse” Bir tarafta bu algı var.

Sizce böylesi bir topluma ne hakim olur?

Ben size söyleyeyim: Korku. Şüphe. Umutsuzluk. Güvensizlik. Karamsarlık.

Peki, bizim toplumcak kötülüğe inanmamız kimlerin işine gelir? Lütfen bir de bunu sorun kendinize.
Cevabını bulmayı sizlere bırakıyorum.

Çok sevdiğim bir söz var. “Kötülerin en büyük korkusu, kötülüklerine seyirci bulamamaktır” diye.

Ben etrafıma baktığımda kötüleri izleyen iyiler görmek istemiyorum. Algı yönetimi paspas etti hepimizi, “İyilik enayiliktir. Dünya kötüdür. Siz azınlık ve zayıfsınız. Kötüler güçlüdür. Güçlü olan haklıdır. Ona biat edilir”.

Pardon da…

Dünyaya gelme amacımız, kötülere biat etmek mi acaba?
Biz farkında olmadan, dünyanın nasıl kötü olduğunu anlatıp yayarken, onlara hizmet ettiğimizi fark ediyor muyuz?

“Umut fakirin ekmeği” diye şiirler okuyan bir nesilden, biz bu günlere nasıl geldik bilemiyorum. Bu mantıktan gidersek, fakirin elinden bırakın ekmeği; umudu bile almış durumdayız.
Cidden silkinmemiz gerekiyor.

Derin bir nefes alıp şu şiiri okuyalım mı?

Kardeşim,
Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
Uçak sağ salim inebilsin meydana
Doktor gülerek çıksın ameliyattan
Kör çocuğun açılsın gözleri
Delikanlı kurtulsun kurşuna dizilirken
Birbirine kavuşsun yavuklular
Düğün dernek yapılsın hem de
Susuzluk da suya kavuşsun
Ekmek de hürriyete
Kardeşim
Sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
Onların dediği çıkacak
Eninde sonunda

Nazım Hikmet, vatan hasretinden kıvranırken kaleme almış bu satırları. Asla yeniden göremeyeceği ülkesinin kokusu burnunda tüterken. Kendi gelemese bile, bari mezarının Anadolu’nun ücra bir köyünde bir çınar ağacın altında olmasını vasiyet ederken…O durumda bile umut kokuyor satırları.

Bizler…Böylesi güzel bir memleketin topraklarında bilfiil yaşarken, iyilikten ve sonu tatlıya bağlanan hikayelere inanmaktan nasıl vazgeçebiliriz?

“ Susuzluk da suya kavuşacak
Ekmek de hürriyete…
Eninde …. sonunda….”

Bige Güven Kızılay

Yandex.Metrica